Mimarlıkla başlayan meslek yolculuğum, zamanla gastronomi alanındaki mekânlara yöneldi. Bir yemeğin tadı kadar, onu çevreleyen atmosferin de insan üzerinde iz bıraktığına inanıyorum.
Restoranlar, kafeler, yeme-içme alanları… Her biri bir markanın kimliğini yansıtan, kullanıcıyla doğrudan bağ kuran sahnelere dönüşüyor. Bu sahneleri kurgularken işlevsellik, estetik ve kullanıcı deneyimi bir arada düşünülmeli. Benim yaklaşımım da tam olarak bu denge üzerine kurulu.
Doğal malzemeler, yalın çizgiler ve zamana direnebilen bir dil, tasarım anlayışımın temelini oluşturuyor. Mekânların sadece şık görünmesini değil, insanda iyi bir his bırakmasını önemsiyorum. Her projenin kendine ait bir hikâyesi olduğuna inanıyor, bu hikâyeyi mekâna en doğru şekilde yansıtmak için çalışıyorum.
Süreç boyunca kavramsal ve teknik tüm aşamalarda aktif olarak yer alıyorum. Uygulama detaylarına gösterilen özenin, fikrin sahada gerçek karşılık bulmasında belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Bugüne dek birçok markayla hafızalarda yer eden projeler ürettik. Her yeni çalışmada, mekânın yalnızca bir alan değil; deneyim, hafıza ve kimlik taşıyıcısı olduğunu bir kez daha görüyorum.
Sanırım en heyecan verici tarafı da bu: Her projeyle birlikte, yepyeni bir anlam inşa etme ihtimali.